Kuzey Kutbu Turu Lapland (Laponya) Kuzey Işıkları
Hiç hesapta olmayan gitmelerden biriydi Lapland turu. Yıllardır gitmek isteyip de gidemediğim…
Hiç hesapta olmayan gitmelerden biriydi Lapland turu. Yıllardır gitmek isteyip de gidemediğim… Uzun zamandır misafirlerimle beraber tercih ettiğimiz Samba Turizm ailesi vesile oldu bu tura gitmeme. Çok sevdiğim sevgili dostum Gökhan Göncel, ilgili turizm firmasının sorumlusu. Nasıl güzel bir insandır anlatamam size. Hani bir deyim vardır ya,
‘anlatılmaz yaşanır diye’, işte tam da bu sözle özdeşleşen birisidir kendisi. Yolunuz Adana’ya düştüğünde, kesinlikle Samba Turizm’e gelip Gökhan Göncel’i ve ailesini tanımanızı tavsiye ederim. Muhakkak bir çayını, bir kahvesini içmelisiniz. Kahve ve çayın yanında bitmesini istemediğiniz “sohbetleri de ikramıdır”. Kahve içmeye uğradığım günlerden birinde, Gökhan’ın, ‘neden Lapland turuna gelmiyorsun?’ sorusuyla karşılaşıyorum. Yılbaşı gecesinin de dâhil olduğu bir tur. Öncesinde Mart-Nisan aylarında gitmeyi planladığım bir geziydi. “Yılbaşı” kelimesini duyunca, Lapland gezisi daha da bir cazip geldi bana. Karlar ülkesinde yeni yıla girmek; hele bir de donmuş bir gölün üzerinde elinde sıcak şarap kadehi ile canlandırınca kendimi, o an karşı konulmaz bir istek uyandı içim ve hiç düşünmeden “geliyorum” dedim! 😊 Turun başlangıcı hafta içine denk geliyordu ve bu yüzden azıcık durakladım. Çünkü yönetiminden İzin almam gerekiyordu. Malum gezgin olmamın yanında asıl mesleğimin sınıf öğretmenliği olduğunu hatırlatırım. 😊 Fakat nihâyet, gerekli işlemleri yapıp iznimi aldım ve hazırlıklara başladım.Büyük bir heyecan içindeydim! Sonunda Kuzey Işık’larını ve kutup dairesinin geçtiği bölgeyi görebilecektim. Bu masalın içine dâhil olabilecektim. Bu masal gibi gezi diğer turlardan biraz farklı olacaktı, bunu hissedebiliyordum. Bu güzel masalı deneyimlediğim için, bir gezgin olarak kendimi şanslı hissediyorum. Dünyanın farklı coğrafyalarında çeşit çeşit hayatlar ve farklı kültürler var. Bunları yaşamak insanın bakış açısını değiştiriyor/geliştiriyor. Kuzey Işıkları başta olmak üzere bölgenin sunduğu kar manzaraları, doğal yaşamı, “geceyarısı güneşi” gibi doğa olayları ve sıra dışı otelleriyle (Buz Otel), bir masaldan fırlamışa benzeyen bir yerdir Lapadanya. Finlandiya’nın kuzey kesimi olan Rovaniemi’de yazları güneş hiç batmazken, kışın da çok kısa süreliğine ortaya çıkıyor. Bu yüzden kışları hep gece/karanlık olan bu yeri ölmeden önce görülmesi gereken yerler içinde listede ilk sıraya alalım ve Rovaniemi’yi de gezimize dâhil edip, bu “masalı” hep beraber yaşayalım...😊
FİNLANDİYA HELSİNKİ
Seyahatimizde tercih ettiğimiz Samba Turizm, yerel bir firma olmasına rağmen Türkiye genelinden gelen misafirlerini ağırlayabilen; yelpazesi/hizmet portföyü geniş bir firmadır. 28 Aralık 2017 günü, Şakirpaşa Havalimanı’nda sabaha karşı 02:30 buluşuyoruz. Samba Tur misafirlerini uğurlamakta da iyi hizmetler verir. Bilet işlemleri tamamlandıktan sonra birbirini tanımayan insanlarla karşılaşıyoruz. İçlerinde tek tanıdığım sevgili arkadaşım (ve firma sorumlusu) Gökhan Göncel. (Aslında gelenler yıllardır Samba Turizm ile seyahat eden, ama benim daha önce tanışma fırsatı bulamadığım misafirler.) Her turumda olduğu gibi bu turda da, hayatımda “iyi ki tanımışım” diyebileceğim insanlar oldu. Gerçekten de kendileriyle geziye çıktığım bu grup bir farklıydı sanki; hepimiz “özellikle seçilmiş” gibiydik. Zaman zaman onlar hakkında serdedeceğim ifadelerimden ne demek istediğimi anlayacaksınız. 😊 Sabah 05:20 de İstanbul’dayız. Geziye oradan da katılan misafirlerimiz var.
Saat 13:00 gibi Helsinki havaalanına varıyoruz. Rehberimizin eşliğinde bizi bekleyen aracımıza biniyor ve maceraya başlıyoruz. Hava “buz gibi” denilecek kadar soğuk ve bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Adana’da yaşayıp da, dünyanın en soğuk memleketlerden birine gelmek nasıl bir şeydir, empati kurarak siz düşünün artık.😊 Daha önceki turlarımda Helsinki’ye geldiğim için burası bana çok cazip gelmiyor. Ama olsun, yine de keyifle ikinci kez geziyorum. Helsinki, Finlandiya'nın başkenti ve en büyük şehridir. Şehir, Finlandiya'nın güneyinde; Finlandiya Körfezi'nin kıyısında yer almaktadır. Buz tutan körfezin şâhâne. görüntüsü, soğuğa rağmen cıvıl cıvıl sokaklarıyla son derece sempatik bir şehirdir Helsinki. Christmas ve yılbaşı nedeniyle süslenmiş sokaklarda dolaşan insanlar, havanın soğuk olmasından ve erken bastıran karanlıktan hiç etkilenmeyerek hayatlarını sürdürüyorlar. İlk olarak HELSİNKİ KATEDRALİ’ni geziyoruz. Rehberimiz bilgilendirme yapıyor. ‘Rus Çarı 1. Nikolay’ın Finlandiya Dükü olduğu dönemde, 19. Yüzyılda inşâ edilen Helsinki Katedrali, Finlandiya’nın simgesi haline gelmiştir. Mimari güzelliğiyle Finlandiya’nın bağımsızlığını ilan ettiği 1917’ye dek St. Nicholas Kilisesi ismiyle anılan bu yapı, Helsinki Piskoposluğu’na bağlı bir Fin Evangelist Lüteryen katedralidir.’ Bilgilendirme sonrasında fotoğraf çekimi için kısa süreli serbest zaman alıyoruz. Sonrasında otobüsümüze binip SENATO MEYDANI’na gidiyoruz. Helsinki’nin ünlü meydanı olan Senato Meydanı’nda (Senate Square), kentin Finlandiya’nın başkenti olduktan sonra imarına önemli katkı sağlayan Alman mimar Carl Ludwig Engel’in imzası var. Bir yanında Fin Senatosu, diğer yanında da Helsinki Üniversitesi’nin bulunduğu meydanda, birbirine yakın iki tepe üzerindeki Ortodoks ve Protestan Katedralleri’ni de görebiliyorsunuz. Meydanda ayrıca Rus Çarı II. Aleksander’ın da heykeli var. Meydanda yılbaşı için hazırlıkları görebiliyorsunuz. Akşam üzeri ve soğuk olmasına karşılık epey bir kalabalık var. Yine fotoğraf molası….😊 Sonrasında Helsinki’nin ünlü USPENSKİ KATEDRALİ’ne gidiyoruz. Biz giderken rehberimiz de bilgilendirmesini de yapıyor. ‘Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı, Batı Avrupa’nın en büyük Ortodoks kilisesi olan Uspenski Katedrali (Uspenski Cathedral), 1868’den buyana Bizans Rus mimari tarzında duruyor. Altın kubbesi, kırmızı tuğlalı dış görünümüyle, 60 bin Rus Ortodoks’un dinî merkezi olan Uspenski, Fin tarihindeki Rus etkisinin en iyi örneklerinden birisidir. Ortodoks Hıristiyanlığında önemli bir gün olan Hz. Meryem'in sonsuz uykuya dalmasının anısına yapılmıştır. "Uspenski" kelimesi ise eski Slav kilise dilinde bu olayı temsil eden "uspenie" kelimesinden gelmektedir.’
Fotoğraf çekimleri için yine serbest zaman veriliyor. Fotoğraf çekimleri grup olarak bizleri birazcık birbirimize yaklaştırıyor ve isimlerimizi öğrenmeye başlıyoruz. Saatler ilerledikçe soğuk daha da artıyor ve dayanılmaz oluyor. Daha sonra Katedralin önünde bulunan KAUPPATORİ MEYDANI’na gidiyoruz. Yani pazar meydanı; burası şehrin en hareketli noktalarından birisidir. Bu yer Helsinki’nin olduğu kadar Kuzey Avrupa’nın en tanınan açık Pazar yerlerinden birisidir. Baltık Denizi kıyısında yer alan Kauppatori (Market Square), taş döşeli sokakların üzerine açılmış çiçekçiler ve hediyelik eşya, balık, meyve-sebze, yiyecek-içecek stantları ile süslü, sıralanmış şirin kafe ve restoranların yanı sıra her zaman kalabalık ve ilginç bir yer. Pazarı keyifle geziyoruz. Balık çeşitleri de dâhil olmak üzere her şey var bu pazarda. Serbest zaman veriyor rehberimiz. Adana’dan beraber geldiğimiz Miyase Abla ve Esma ile sürdürüyoruz gezimizi. Pazarın açık olan kısmına geçiyoruz. Hava o kadar soğuk ki, yüzümün ve ellerimin soğuktan yandığını hissediyorum. Magnetler, kalpaklar, şallar ve süs eşyalarının olduğu bölümleri gezip, mola süremiz bitmeden otobüse dönüyor ve bir sonraki durağımıza olan Temppeliaukio Kilisesi’ne gidiyoruz.
Şehrin en popüler turistik mekânlarından biri. Büyük bir kaya kütlesinin içine inşâ edildiği için Kaya Kilise olarak da bilinen yapı, muhteşem akustiği ile yıl boyunca pek çok etkinliğe de ev sahipliği yapıyor. 17. Yüzyılda Helsinki yarımadasının sert kayalıklarının içi oyularak yer altında inşâ edilen kilisenin içi, camlı kubbeden doğal gün ışığı ile aydınlanıyor. Kilisenin camdan bir kaburga üzerinde taşınan, 13 metre yüksekliğinde bakır kaplama dairesel bir kubbesi var. Bilgilendirme sonrası fotoğraflar çekiliyor ve başka bir durağımız olan
Finlandiya'nın en önemli klasik sanat müzesi olan SİBELİUS MONUMENT’e gidiyoruz. Sibelius anıtı, çeşitli boylarda yüzlerce çelik borunun birbirine kaynak yapılmasından meydana gelmiştir. Bu anıtın özgünlüğü rüzgâr esince bir org gibi melodik sesler çıkarmasında saklı. Etrafında çok güzel bir park var. Park göle açılıyor. Parkta Helsinki'de tanınmış Finlandiyalı besteci Jean Sibelius'a âit bir anıt var. Heykel o kadar özgün ve soyut ki, ilk bakışta kime ait olduğunu tahmin etmek zor. Anıtın yazarı, Finlandiya ressamı Eila Hiltunen'dir.
Helsinki’deki son durağımızı da gezdikten sonra otelimize dönüyoruz. Otelimiz şehir merkezinde ve biraz da otantik. En güzeli de sıcacık olması. Odalarımıza yerleştikten sonra akşam yemeği için dışarıya çıkıyoruz. Yemek sonrası merkeze gezmek için gidenler oluyor. Yorucu ve yoğun bir günün sonunda, erkenden odaya çekilip uyumayı tercih ediyorum…Yarın sabah çok erken saatte asıl maceranın başladığı Kuzey Kutbu’na, “LAPLAND”a uçuyoruz.
ROVANİEMİ, SANTA CLAUS
Helsinki’den bir buçuk saatlik uçuş sonrası Finlandiya’nın kuzey kesimi olan Rovaniemi şehrine ulaşıyoruz. Uçak seyahatimizi çok keyifli kılan Dilek Hanım, eşi Necmi Bey ve yan tarafımızda oturan değerli arkadaşım Gökhan ile sohbet ediyoruz. Dilek Hanım ve eşi, çok güzel insanlar. Onlarla turda olmak en güzel tesadüftü benim için. (O günden sonra hâlâ iletişim hâlindeyiz ve kendileriyle başka gezi planlarımız da var.😊) Rovaniemi Havalimanını küçük ama son derece de sevimli buluyoruz. Roveniemi Havaalanı “The Offical Airport of Santa Claus” olarak geçiyor yani “Noel Baba”nın resmi havalimanı. Valizlerin geldiği bantların üzerinde Kutup hayvanlarının maketlerini yapmışlar. Tavanda ise Noel Baba’nın kızağının maketi var. Havalimanı çıkışında her taraf bembeyaz , yollar bile… Rovaniemi; Finlandiya, İsveç ve Norveç’in kuzey kutup çizgisine sınırı olan bir bölge, tam bir beyazlar cenneti. Hava çok soğuk, ama insanlar alışık olduğundan hayat normal devam ediyor. Bize göre çok çok soğuk ve hâliyle durumu “normal” karşılayamıyoruz! Eksi yirmi beş derecede ne işimiz varsa artık.😊
Bu bölge, yılın 6 ayı karlar altında ve hava sıcaklığı eksi 47 dereceye kadar düşüyor. Santa Claus, masalımsı bir yer. Noel Baba’nın burada yaşadığına inanıldığından ona uygun kurgular yapılmış. Bütün dünyada “Noel Baba” olarak bilinen, Avrupa ülkelerinde çoğunlukla Santa Klaus diye anılan aslında ülkemizde Demre’de doğduğu düşünülen/bilinen, çocukları hediyeleriyle sevindiren kırmızı kıyafetli, Noel Baba’nın köyündeyiz. Rehberimiz önümüzde, köy meydanını geziyoruz… Burası bitmeyen bir masal alemi gibi geliyor bize. Böyle hissetmemizi sağlayan en önemli etken sanırım her yerin karla kaplı olması. Tabi bir de Santa Claus Köyü’nün güzelliği. Bu köye girdiğimizde kocaman bir çam ağacı karşılıyor bizi ve o an “yılbaşı masalı” başlıyor sanki. Noel Baba’nın evine giriyoruz. Burada gerçekten de ona benzetilmiş birisi var. Kendisiyle resim de çekilebiliyorsunuz. Ücret olarak 45 Euro veriyorsunuz. Biz yine Miyase Abla ve Esma Hanım ile takılıyoruz. Noel Baba ile fotoğraf çektirmeyi istiyoruz. Tesadüf bu ya, sıraya girdiğimizde o gün fotoğraf çekimlerinin ücretsiz olduğunu öğreniyoruz. Ama bunun bir avantaj olmadığını anlamamız çok sürmüyor; önümüzdeki sırada 85 kişi olduğunu duyduğumuzda koşar adımlarla oradan uzaklaşıyoruz. Noel Baba’yla fotoğraf çektiremiyoruz, ama asistanını ile çektirmek kısmet oluyor.😊 Etrafımız hediyelik eşyalarla dolu… Biraz gezdikten sonra verilen serbest zamanı bitiriyor ve kutup dairesinin geçtiği noktada buluşuyoruz.
Rehberimiz bilgilendirme yapıyor. ‘Kuzey Kutup dairesi 66 derece 32’ 35’’ enlemi belirtmek için çizgi yapmışlar; soluna geçince Kuzey Kutbuna girmiş oluyorsunuz. (Otele gittiğimizde Gökhan Bey bize “Kuzey Kutup Dairesi Geçiş Sertifikası” dağıtıyor.😁) Yine fotoğraflar çekiliyor… Her yerden gelen müzik sesleri birbirine karışıyor. Karlarla kaplı yollarda yürürken bir Avrupa ülkesinde değil de “buzdan yapılmış bir masal şehrinde gibi” hissediyorsunuz. Köyün hemen girişinde bulunan Noel Baba postanesine gidiyoruz. Grupça burada bulunan değişik kartlardan alıp akrabalarımıza, sevdiklerimize bir şeyler yazıp yolluyoruz. Burada işimiz bittikten sonra bize tahsis edilen otobüse binip yine merkezde bulunan otelimize doğru yola koyuluyoruz.
Biraz dinlenip akşam yemeği için restorana indiğimizde birbirimize alışmamız ve kaynaşmamız artıyor. Turda üç tane çift vardı, gerisi hep yalnız gelen hanımefendi. Grubumuz ayrı ayrı donanımlara sâhip, uyumlu kişilerden oluşuyordu. Tabiiki bunda sevgili arkadaşım Gökhan’ın da payı büyük. İletişim konusunda çok başarılı ve kesinlikle çözüm odaklı.😊 Otel çok güzel, yemekler de bir o kadar nefis!😊 Sanırım İskandinavya turundan sonra en çok somon balığını burada yedim. (Kahvaltıda tütsülenmiş somon balığı dahi vardı.) Yemek faslı ve keyifli bir sohbet sonrası odalarımıza çekiliyoruz. Yarına için heyecanlıyız. “Ranua Vahşi Yaşam Parkı”na gidiyoruz.😊
RANUA VAHŞİ YAŞAM PARKI
Sabah kahvaltısı sonrası lobide buluşuyoruz. Rehberimiz hava şartlarına göre giyinmemizi tembih ediyor. Bizde Türkiye’den getirdiğimiz termal içlikleri giyip, dışarıya öyle çıkıyoruz. Aralık ayı olduğu için hava inanılmaz soğuk.
Otobüse binip bugünkü ilk durağımız olan RANUA VAHŞİ YAŞAM PARKI’na gidiyoruz. Arktik bölgenin en dip ormanlarında kurulmuş olan vahşi yaşam parkında Kuzey Kutup Dairesi’ne özgü hayvanları görme şansı elde edebileceğiz. Birçok vahşi kuşu, bu bölgenin olmazsa olmazlarından kutup ayısını, volverin, vaşak, kutup kurdu ve ren geyiklerini ve daha bir sürü vahşi canlıyı burada görmek mümkün. Biletlerimizi alıp parka giriyoruz. Rehberimiz park hakkında bilgilendirme yapıyor. Grupça hareket edip, sohbetler, şakalar eşliğinde parkı geziyoruz. Devâsâ çam ağaçları var ve her taraf bembeyaz. Çocukluğumda gördüğüm kartpostallara benziyor. Önce vahşi kuşların olduğu bölümü geziyoruz. Hayatımda ilk defa bembeyaz bir kar baykuşu görüyorum.Beyaz olduğu için kar ile bütünleşmiş ve farketmek biraz zor. Parkı dolaşırken vahşi birçok hayvanla karşılaşıyoruz. Sevimli kutup ayılarını görüyoruz; ailecek mutlu mesut oynuyorlar. Burada yaşayan hayvanlar gayet mutlular ve yüzlerindeki gülümsemeyi görebiliyorsunuz. Grup birbirinden kopuyor ve geniş bir parkur olduğu için kayboluyoruz. Tabelalar yardımıyla yolu bulmaya çalışsak da çıkışı bulmak epey zamanımızı alıyor. Ceren Hanım ve ben karlara gömülüp fotoğraflar çektiriyoruz. Hayatımda ilk defa bu kadar yoğun kar görünce ne yapacağımı şaşırıyorum.😁 Nihâyet çıkışı buluyoruz ve öğlen yemeği için restorana geçiyoruz. Açık büfe olarak aldığımız yemekte salata ve et çeşitleri var. Daha önce deneyimlediğim “geyik etinden” bolca yiyorum. Tadı çok güzel ve yanında yöresel el yapımı biralar içiyoruz. Grup çok keyifli sohbetler içinde yemeğini yiyor…😊 Sonrasında market kısmına geçiyor magnetler ve hediyelik eşyalar alıyoruz. Finlandiya’nın en meşhur çikolata markası olan “Fazer” dükkânı burada ve biz de ziyâret ediyoruz .Sonrasında otobüsümüze binip “Ren Geyiği Kızak Sürüşü” için geyik çiftliğine gidiyoruz.
REN GEYİĞİ KIZAK SÜRÜŞÜ
Kısa bir yolculuk sonrası geyik çiftliğine geliyoruz. Rovaniemi çok soğuk; daha da kötüsü hava şartları çok hızlı değişiyor. Bir anda sis, arkasından kar yağışı olabiliyor. Fakat korkmayın, çünkü bize tahsis edilen ve tur fiyatına dâhil olan ve bizi soğuktan koruyacak termal giysilerimiz var. Tura çıkmadan birgün öncesinde termal kıyafetlerimizi almaya gidiyorsunuz. Bölgeye uygun botlar, çorap, atkı, bere, eldiven; ne gerekiyorsa hepsi sizin için sağlanıyor. Beden beden ayrılmış. Oradaki görevliye beden ölçünüzü ve ayak numaranızı söylüyorsunuz ve o da hemen size kıyafetlerinizi getiriyor. Verilen giysiler astronot kıyafetine benziyor. İçinde hareket etmekte biraz zorlanıyorsunuz. Giyindikten sonra kapalı alanda durmak oldukça zor. Hani bir deyim vardır “kurdeşen dökmek” diye, aynen öyle oluyorsunuz.
Burası Laponya’nın yerli halkı Samilerin çiftliği ve tüm geyikler onlara ait. Samiler kuzey avrupanın yerli halkına verilen genel isim. Bu insanların günümüzden 3000 yıl kadar önce Asya üzerinden İskandinavya’ya yerleşen ilk topluluk olduğu düşünülüyor. Fin-Uygur dil ailesinden olan Samiler avcılık, balıkçılık ve ren geyiği çobanlığı ile uğraşıyorlar. Samiler eski Orta Asya Türk toplulukları gibi Şamanizm felsefesine inanıyorlardı. Rehberimizin etrafında toplanıyoruz ve yapmamız gerekenler hakkında bilgi veriyor. Bizi karşılayan ve Sami olan rehberle tanışıyoruz; geyikler hakkında bilgi veriyor. Rehberin anlatımına göre bir ren geyiki postunun 1 cm karesinde yaklaşık 1 milyon kıl bulunurmuş; bu sebeple -40 derecede dahi yaşayabiliyorlarmış. Çok sevimliler. Her taraf ren geyikleriyle dolu. Noel Baba’nın kızağını çeken geyikler Finlandiya’da sadece Lapland bölgesinde yaşıyormuş. 180 bin nüfuslu Lapland’de 200 bin kadar geyik var. Bu sayı bölge insanından fazla. Bu kadar bilginin ardından sıra en heyecanlı kısma geliyor. Geyiklerle buluşuyoruz!😊 Geyik kızaklarını biz kullanacağız ve her kızağa iki kişi bineceğiz. Bu da demek oluyorki ben sevgili arkadaşım Gökhan’la bineceğim. Herkes kiminle bineceğini bildiği için sıraya giriyoruz. Gökhan o sırada canlı yayına başlıyor. “Türkiye’ye selâmlar yolluyor, azıcık da insanları özendiriyoruz.😊 Beş kilometrelik bembeyaz yolda, hep masallarda, filmlerde gördüğünüz geyiklerle yakın temasa geçmek çok keyifli. Bazıları çok inatçı olduğu için olduğu yerden kımıldamıyor. Bazıları ise çok hızlı koşuyor, durduramıyorsunuz. Kızağı Gökhan kullanıyor, bende elimde telefon, “canlı yayına” devam ediyorum. Elimde eldiven olmasına rağmen soğuktan elim kaskatı kesiliyor…
Ren geyiği safarisi bitince bir “Suomi Evi”ne giriyoruz. İçeride ateş yanıyor, biraz ısınıyoruz. Ahşap kâselerde bize somon balığı çorbası ikram ediyorlar. Çorbalarımız bittiğinde ise ateş üzerinde orman meyvelerinden yaptıkları sıcak meyve sularını içiyoruz. Tadı harika, ortam... İnsanın buradan çıkası gelmiyor. Sonrasında Gökhan bize beş yıllık geyik sürüş sertifikası veriyor. Bu sertifika tüm Avrupa’da geçerliymiş. (Artık nerde başka bir geyik sürüşüne katılacaksak.😊) Fotoğraf çekimlerini bitirip otele dönüyoruz.
KAR MOTORLARIYLA KUZEY IŞIKLARINI GÖRMEYE GİDİYORUZ
Gece saat 22:00 gibi termal içliklerimizi ve bize verilen özel kıyafetleri giyip Santa Claus yakınlarında bulunan kar motorları safarisi parkuruna gidiyoruz. Rehberimiz kar motorunu nasıl kullanmamız gerektiğini anlatıyor. Yine iki kişi binmemiz gerektiği için Gökhan’la ben eşleşiyorum. Motorlara atlayıp kafanıza göre yol alamıyorsunuz. Herkes sıra halinde dizilip öndeki tur rehberini takip etmek zorunda, yaklaşık bir saat kadar süren aksiyonda herkesin ip gibi takip ettiğine emin olmak için ara ara duruyorsunuz. Safari sonunda Ren geyikleri ile karşılaştırıldığında kar motoru ile yapılan gezi kulağa çok etkileyici gelmiyor olsa da, 30 kilometre boyunca siz ve ağaçların arasında dolaşan geyikler dışında başka hiçbir canlının görünmediği, uçsuz bucaksız karla kaplı doğada seyir halinde olmak insana özgürlük hissini sonuna kadar yaşatıyor. Motoru yine Gökhan kullanıyor ve ben yine canlı yayın yapıyorum. Ormanın derinliklerinde internet çekinceye kadar devam ediyoruz. Bir ara soğuktan telefonumun donduğunu, çalışmadığını görüyorum. Kuzey Işık’larını görmek için sabırsızlanıyoruz fakat göremiyoruz.😞 Bizim orada olduğumuz sürede ne yazık ki hava hep bulutlu ve kar yağışı olduğundan Kuzey Işıkları’nın görülmeyeceğini tahmin ediyorduk.😞 Kuzey Işıkları, Güneş’in etrafından yayılan ışık partiküllerinin atmosfere girmesiyle oluşan elektrik dalgalarının yarattığı bir cins yeşilimtrak ışık huzmeleri oluyor. Bu yeşil ışık, partiküllerin çarpışmasıyla oluşmakla birlikte, her iki kutup çizgisinden gözlemlenebilecek düzeyde. Güney Kutup çizgisine yakın bir anakara bulunmadığı için en rahat Kanada, Norveç, İsveç, Finlandiya gibi yerlerden görüntülenebiliyor. Hayal kırıklığı içerisinde turu bitirip otelimize dönüyoruz. Yarın yine sıra dışı bir macera bizi bekliyor olacak...
HUSKY KÖPEKLERİYLE SAFARİ
Otele döndüğümüzde hava kararmıştı. Bu bölgede hava saat 16:00 gibi kararıyor. Otelimiz merkezde ve “eğlenceli” bir bölgede. Fakat mağazalar saat 17:00 de kapandığı için otele bağımlı kalıyoruz. Sabah kahvaltı sonrası saat 10 gibi “Husky” köpekleri safarisi için Kemi’ye gidiyoruz. Çiftliğe geldiğimizde Alaska ve Sibirya türü yüzlerce Haski, hepsi bir ağızdan koro halinde havlıyor. Nedeni ise “koşacaklarını anladıklarını için heyecandan”. Bizleri görünce, onlarla gezelim diye bu şekilde dâvet ediyorlarmış bizi. Kızak için alınacaklarını anladıklarında, birden susuveriyorlar. Rehberimiz, çok akıllı hayvanlar olduklarını ve kısa mesafe koşmaktan çok hoşlanmadıklarını ve sürekli koşmak istediklerini söylüyor bize. “Bu işe neden başka hayvanlar değil de Husky’ler koşuluyor” diye sorduğumuzda, rehberimiz hemen bilgilendirme yapıyor. ‘Hikâyesi 3000 yıl kadar öncesine dayanıyor. Göçebe bir kabile olan Sibiryalı Chukchi mensupları, soğuk hava şartlarında kızağı çekerken yorulmayacak, soğuktan etkilenmeyecek bir hayvan arayışına girerler. Husky köpeklerinin dayanıklılığı, soğuktan az etkileniyor olmaları, yiyecek olmadan uzun süre idare edebilmeleri, onları bu görev için biçilmez kaftan yapmış. Derilerinin üzerinde bulunan kalın tüy öbekleri, soğuğun geçmesini önlemekle beraber, uzun süre durmadan koşmalarını da sağlamaktaymış.’
Kızağı nasıl kullanacağımız hakkında bilgi veriyorlar. Kızağa toplamda iki kişi biniyor. Ön tarafa oturan ve bu turda en şansız sayılan kişi, arkadaki kızağı iten kişidir. Toplamda 8 km sürecek olan turumuza başlıyoruz. Kızağın önüne ben oturuyorum, kızağı iten şanssız kişi ise değerli arkadaşım Gökhan oluyor. Önümüzde “Snowmobile” aracıyla tur rehberi gidiyor, arkasından da biz Huskylerle onu takip ediyoruz. Manzara ve ortam anlatılır gibi değil. Ağaçlar çok sık, bazen kafanız onların karlardan dolayı sarkmış dallarına çarpıyor. Sekiz köpeğin çektiği kızağı ayaklarınızı fren gibi kullanarak yönetiyorsunuz. Köpekler koşmuyor, uçuyor sanki! Ben kızağın önünde koltuğa yapışıyorum. Sonrasında köpeklerin birbiriyle kavga edişi, çiş yapmaları gibi doğal anlarına tanık oluyoruz. Köpekler ara ara kar yiyorlar. Sonradan öğrendiğimize göre bunun sebebi, kar yiyerek ısılarını dengeliyor olmalarıymış. Virajlara girerken Gökhan bazen bizi kar yığınlarına sokuyor ya da sürekli kızağı sağ çekerek manevralar yapıyor. Bu köpeklere yazık değil mi diyebilirsiniz, ama onlar bu şekilde çok mutlu. Ne kadar koşarlarsa o kadar sağlıklı oluyorlarmış. Özellikle bahar aylarında haftada üç-dört gün koşturuluyorlarmış, onların doğası buymuş… İki yaşında koşmaya hazır olan Huskyler, on iki yaşına kadar çok hızlı koşabiliyorlarmış. En kuvvetli olan ve ipi en gergin halde koruyan köpekler en arkada, zayıf ve tembel olanlar ortada koşuyor. En önde lider olan Husky genelde dişi oluyormuş ve erkekler onu izliyormuş. Sağa dönerken sağ ayağınızı kırıp hafif sağa yatmanız gerekiyor, sola dönerken de aynı şeyleri sol için yapmanız gerekiyor. Ortada ise fren pedalı var. Tek ayağınızla basarsanız Huskyler yavaşlıyor, ancak tamamen durmalarını istiyorsanız iki ayağınızla birlikte basmanız lâzım, aksi takdirde onları durduramıyorsunuz. Ormanın içerisinde ağaçsız olan bazı yerlerin üzerinden geçiyoruz. Bu noktalar esasında gölmüş. Fakat dondukları ve üzerleri karla kaplandığı için hiç belli olmuyor. 4 km sonra Huskylerin dinlenmesi lâzım geliyor. Karın ortasında büyükçe bir çadırda mola veriyoruz. Ortada ateş yanıyor…
Mola bittikten sonra turumuza devam ediyoruz. Unutmadan cep telefonları –25 derecede kesinlikle çalışmıyor, donuyor ve kapanıyor. Fotoğraf ve video çekmek için beş dakika açıkta kalan elinizin donma tehlikesi geçirme olasılığı yüksek. Sonrasında parkuru tamamlayıp yılbaşı kutlaması için otele gidiyoruz. Odalarımızda dinlenip, sonrasında geceye hazırlık yapıyoruz. Güzel kıyafetlerimizi giydikten sonra yeni yıl partisine katılıyoruz. Keyifli bir akşam yemeği ve sohbet sonrasında kutlamaların yapılacağı “Kemi Gölü”ne doğru gidiyoruz. Sokaklar çok canlı ve ışıl ışıl. Şehrin bütün insanları gölün çevresine toplanmış, ellerinde şampanya şişeleriyle saat 24:00’ü bekliyor. Bir yandan da kuzey Işık’larını görme ümidi ile gökyüzüne bakınıyoruz. Müzik ve eğlence sınırsız. Saatler gece yarısını gösterdiğinde donmuş gölün üzerinde elinizde şampanya bardağı ile yeni bir yıla girmek “anlatılmaz yaşanır” dediğimiz anlardan! Hayatınızda asla unutamayacağınız bir ilki yaşıyorsunuz. Eğlence sonrası az da olsa uyumak için otele geçiyoruz. Yarın önemli birgün, zîra dünyada tek olan “Buz Oteli” görmeye gideceğiz…
BUZ OTEL
Rovaniemi’den yirmi dakika kadar uzaklıktaki dünyanın en ilginç otellerinden birisi olan “Buz Otel”e gidiyoruz. Kar yerden kalkana kadar hizmet veriyor Buz Oteli. Otelin bahçesine geldiğimizde rehberimiz bilgilendirme yapıyor. Sonrasında oteli geziyoruz. Otelde buzdan yataklar, duvarlarda buzdan kabartmalar, buzdan küçük bir kilise ve bir de buz bar vardı. Oda numaraları bile buzdan yazılmış! Grupça buz bara giriyoruz. Elimize buzdan bardaklar alıp fotoğraflar çektiriyoruz. Sıra odalara geliyor. Ancak burada kalınır mı diye düşünmeye başlıyorsunuz… Gece gündüz sıcaklığını – 5 derecede tutuyorlarmış. Bütün gece buzun üzerinde uyunuyor ve altınızda elektrikli battaniye var. Ayı ve geyik postlarının üzerinde yatıyorsunuz, ama buna rağmen her yer buz gibi. Dışarıya açılan tek bir pencere bile yok odada. Her birinin kapısının önünde mum yanıyor. Odalarda ve hatta otelde banyo ve tuvalet yok. Bunun için yan tarafta bulunan ana binaya gitmeniz gerekiyor. Herhalde bu soğukta bütün gece asla tuvalete gitmek istemezsiniz. Odaların kapısında sadece perde var.Perde kapalıysa odada kalan birileri var demekmiş. (Bu otelde kalmak için “çılgın olmak” gerek, ama yine de hayatımızda bir kez de olsa, deneyimlemek gerek diye düşünüyorum.) Odalar değişik ışıklarla renklendirilerek egzotik bir ortam oluşturulmuş. Sonrasında kilise kısmına geçiyoruz. Kilisenin kendisi ve içindeki her şey buzdan yapılmış. Sadece kapısı ahşap ve kapı kollarında geyik boynuzları, dışında da buzdan yapılmış rölyefler var. Kilisenin içinde dua masası, sıralar, vazo, takdis kabı bulunmakta ve bunların da hepsi buzdan yapılmış. Masallar ülkesindeki gibi. Şubat ayı sonrasında, havalar ısınınca otel eriyormuş ve her sene yeniden yapılıyormuş. Otelin bazı bölümleri bloklar hâlinde alınarak, Kuzey Buz denizine götürülüp orada saklanıyormuş.
Otelde fotoğraf faslından sonra bahçesini geziyoruz. Az ilerde geyiklerin olduğu bir bölüm var. Tülin Hocam ile oraya gidip bembeyaz bir geyik seviyoruz. Az ilerde âdeta bembeyaz bir örtüyle kaplanmış ve dantel gibi işlenmiş duran ormanı seyre dalıyoruz. Gördüğümüz her şey masallardan çıkmış gibi. Verilen süreyi kontrollü kullanıp “iglolara” doğru gidiyoruz. Etrafta bir sürü iglo ev var. İglolar 4 sıra halinde yaklaşık 20-25 tane evden yani fanustan oluşuyor. Her biri birbirinden bağımsız olan bu fanusların gece ışıkları yandığı zaman ortaya çıkan manzara hârikadır diye düşünüyorum. Iglolar gerçektende muhteşem. Yarım daire şeklinde ve tepesi yuvarlak, komple cam. Camlar paralel-meridyen şeklinde metaller ile bölünmüş. Camdan ısıtmalı bir sistem var odalarda. Yattığınız yerden ayı ve yıldızları, en güzeli de kuzey ışıklarını seyredebiliyorsunuz. Fotoğraf ve video çekimlerinden sonra otele dönüyoruz. Otelde son akşam yemeğimiz ve sonrasında dönüş hazırlıklarına başlıyoruz. Hayal mi, gerçek mi olduğuna inanamadığımız bu masalımsı gezi maalesef son buluyor. Yine içimde büyük bir burukluk var; Türkiye’ye dönmek istemiyorum…